Sayfalar

2 Eylül 2013 Pazartesi

“İyi olduğun için herkesin sana adil davranacağını beklemek;
Vejeteryan olduğun için,
Boğanın saldırmayacağını düşünmeye benzer..”

Nietzsche

19 Temmuz 2013 Cuma

Anlatamıyorum

Seni şimdi bir yabancı gibi karşıma alıp
sanki senden bahsetmiyormuşum gibi yapıp
sanki benden bahsetmiyormuşum gibi
hatta bir aşktan bahsetmiyormuşum gibi
fırtınayı ve huzuru anlatacağım sana.
Yılları ve yolları, limanları ve fırtınayı
ve aşkın belki hiç adı geçmeyen kuzeyini
aşkın bu kuzeyden nasıl düşürüldüğünü,
artık sonsuza dek yitirdiğimizi
büyünün bitişini,
hiç gerekmeyen yıllarda huzur,
çok gereken yıllarda da fırtına
nasıl yaşanır onu anlatacağım.
Seni bir yabancı gibi karşıma alıp
bunun dayanıklı bir şey olmadığını
sürekli kılınamadığını, çünkü aşkın
yapılan bir şey olmadığını,
başlangıçta bir melek konduğunu
sonunda bir kelebek öldüğünü,
yani kısacık sürdüğünü, oysa hayatın
bir korkular ve alışkanlıklar bütünü
olduğunu,
bütün bunları sana
nasıl anlatacağım?

Birhan Keskin

1 Temmuz 2013 Pazartesi

Hepsi bu

Değişen ben değilim, 
Dönüşen savaş. 
Yaşlanmakla ıslanmak aynı şey:

Bir yağmurun gölgesinde ihtiyarlamak.

Şimdi ölüm bile yetmiyor, 
Acılarımızı tartmaya, 
Dostlar, 
Alıngan bir sahili pinekliyorlar. 
Bir merhaba’yı bıçaklar gibi artık, 
Selamlaşmalar…

Değişen ben değilim, 
Dönüşen savaş.

Artık zaman bile yetmiyor, 
Yaşadığımızı sanmaya.

Yine de ışıklar bu kenti, 
Güzelmiş gibi gösteriyor. 
Geceleri…

Geceler… 
.......................

Seni aklıma düşüren, 
Yerçekimi değil. 
Yalancı yıldızlar. 
Öyle uzaksın ki; 
Üflesem soğuyacaksın. 
Sarılsam okyanus.

Bir aşka yetecek kadar, 
Ve anımsatacak kadar, 
Sebepsiz bir ölümü, 
Acılarımız, 
Ve kafiyelerimiz var…

İşte hepsi bu kadar…. 

Yılmaz Erdoğan

30 Haziran 2013 Pazar

Rüzgar

Arzularım muayyen bir haddi aşınca
Ve sözler kulaklarıma sağırlaşınca
Bir ihtiras duyup vahşi maceralara
Çıkıyorum bulutları aşan dağlara.
Tanrıların başı gibi başları diktir,
Bu dağları saran sonsuz bir genişliktir,
Ben de katıp vücudumu bu genişliğe,
Bakıyorum aşağlarda kalan hiçliğe.

Bu dağların bir rakibi varsa rüzgârdır.
Rüzgâr burda tek başına bir hükümdardır.
Burda insan duman gibi genişler, büyür,
Bu dağlarda ıstıraplar, sevinçler büyür.
Buralarda her düşünce sona yakındır,
Burda her şey bizden uzak, «o»na yakındır.
Burda yoktur insanların düşündükleri,
Rüzgâr siler kafalardan küçüklükleri.
Yanağıma çarpar kanatlarını,
Ve anlatır mâbutların hayatlarını.
Arasıra kulağını bana verdi mi,
Ben de ona anlatırım kendi derdimi.

«Ey dağların dertlerini dinleyen rüzgâr!
Benim arık yalnız sana itimadım var.
Gelmiş gibi uzaktaki bir seyyareden
Yabancıyım bu gürültü dünyasına ben.
Etrafımın sözlerine asla aklım ermedi,
Etrafımda bana asla kulak vermedi.
Senelerden beri hâlâ anlaşamadık,
Bende kestim anlaşmaktan ümidi artık.
Gözlerimde hakikati sezen bir nurla
Etrafımı süzüyorum biraz gururla.

Bir dürbünün ters tarafı gibi bu dünya
En büyük şey, en asîl şey küçülür burda.
Burda yalan para eden biricik iştir,
Burda her şey bir yapmacık bir gösteriştir.
Kimi coşar din uğruna geberir, yalan!
Kimi gider vatan için can verir, yalan!
Bir filozof yetmiş eser yazar, yalandır;
Bir kahraman istibdadı ezer, yalandır.
Şairlerin büyük aşkı fânî bir kızdır,
Bu dünyada herkes sinsi herkes cılızdır.
Ne hakikî aşktan burda bir çakan vardır,
Ne de onu görse dönüp bir bakan vardır,
Her büyüklük bir cüzzam gibi dökülür burda,
En muazzam ölüm bile küçülür burda.

Benim kafam acayip bir dimağ taşıyor,
Her dakika insanlardan uzaklaşıyor.
Zaman zaman mağlûp olsam bile etime,
İnsan olmak dokunuyor haysiyetime.
Büyük, temiz bir arkadaş arıyor ruhum,
İşte rüzgâr, şimdi sana sığınıyorum!
Asaletin yeri yoktur gerçi hayatta,
En asîl şey seni buldum bu kâinatta,
Güneş gibi ne bin türlü ışığın vardır,
Ne süse, gösterişe bir baktığın vardır.
Deniz gibi muamma yok derinliğinde,
Bir ferahlık, bir saflık var serinliğinde.
Bir dev gibi küçük mızmız sesleri yersin,
Allah gibi görünmeden hüküm sürersin.

Düşmanıyım ben de cılız güzelliklerin,
Rüzgâr!
 Bu dağ başlarında çırpınan serin
Kanatların gökyüzünde akan bir seldir,
Bana kudret ve cesaret veren bir eldir.
Beşerlikten uzaktayım senin ülkende,
Senin gibi azamete âşıkım ben de.
İşte rüzgâr!
 Senin gibi ben de deliyim.

Islıklarım senin gibi inlemelidir,
Herkes beni ürpererek dinlemelidir.
Rüzgâr!
 Sana, yalnız sana benzemeliyim.

Sabahattin ALİ

14 Haziran 2013 Cuma

Yaşamak-yaşıyor olmak

Herkes,
bir gün  birşeylerin olacak olmasını
bekliyor.
Ne garip değilmi?
İnsanlar sadece 
bekliyor.
OKAN DURAK


24 Mayıs 2013 Cuma

Artık şehirden kaçma zamanıdır......


SARI

Bir ara sokakta öldüm… 
Dün 
Öylece yani. 
Birdenbire 
Boşluğa düşer gibi, sarı bir sessizliğin içinde 
Granit duvarlı binanın anlamsızlığına, 
Şehrin boşu boşunalığına içerlerken 
Bırakmışım son nefesimi kaldırıma 
Bitmiş, 
Öylesine yani. 
Birdenbire 

Yan binadaki otel odasından izliyordu oğlan 
Yüz ifadesini göremesem de 
Anlamış mıydı acaba öylece oturmadığımı? 

O sokakta bitti her şey 
Öğleden sonralarını bir bardak sütle geçiştiren 
Apartman sakinlerini düşlerken 
Sıkıntıdan 
Ölmüşüm… 
Dün 

Arka odada ütü yapıp 
Buharını burnuna çeken kadını, 
Mutfağında her öğün için soğan doğrayıp 
Gözyaşını kabuklara saklayan Madam Mari’yi 
Kocasıyla artık sevişemediği için, 
Kapı komşusu gar sabunu satan adamı düşleyen Servi’yi 
Düşündükçe 
Ölüvermişim… 
Dün 

Böylece bitmiş yani, 
Birdenbire 

Sıkılıvermişim derinden zahir. 
Tutunca da nefesimi 
Portakal kabuklarıyla çay demini döktükleri çöpe 
İki kedi de bulanınca 
Kaldıramamış nefsim demlenmiş portakal kedilerini 
Balkabağı mevsimi bile değilken 
Dönüşüvermiş her şey baldan kabağa 
Ve saat henüz 12’yi vuramamışken 
Kalkmış otobüsler durmamaya 
Mecal mi bulamamışım, yere döktükleri bala mı basmışım 
Hatırlamam ama 
Öylece kalakalmışım, kalkamamışım. 

Şehrin insanı haberdar değil mi bu öldüresiye sıkıntıdan? 
Vagonlar boş, birkaçı kiremit taşıyor topraktan 
Kayıklar da serseri misinalar 
Otobüsler kimseyi almadan durup durup geçiyorlar duraktan 
Arabalar yürüme mesafelerini öldürüyor her gün, her öğle, her gece 

Bisikletleri balkonlarında unutanlar 
Her an yağmur yağsın diye dua ediyor 
Üç öğün yemek yiyip, dört öğün uyuyorlar 
Buna rağmen erken uyanıp, geç yatıyorlar. 

Aynı kuru kahveciden gün aşırı -iş olsun diye 
Yüzer gram kahve alıp evde, iş olsun diye öğütüyorlar 
Ve bir gün bile sormuyorlar öğütülmüşünü 
Kimse sormuyor iş olsun diye yapılan iş, iş midir diye? 

Bunlar olurken ölmüşüm o ara sokakta 
Balkondaki beyaz brandalar rüzgarla sökülürken 
Sökülüvermişim 
Şişip patlayan bir eteğin dikişi gibi 
Sıkıntı işte 

Ya da ölmek yerine 
İki adım yol yürüyeydim de 
Konuşuverse miydim şu gelin çiçeğiyle. 
Gitmek yerine?
Jehan BARBUR


22 Mayıs 2013 Çarşamba

Ne yapardım

Öylece dururken,
bakmayışından onlarca anlam çıkaran
ben.
Kafanı kaldırıp bakacak olsan!
..................................
Düşünüyorumda...
Ellerimi koyucak bir yer arardım.
Arkadaki bi objeye bakıyormuş gibi yapardım.
Hiç gereksiz birine telefon açardım.
Suratım kızarır kaçardım.
..........................
......................
............................................
.....................................
.......................
Düşünmesem daha iyi.
Gözlerinin içine bakıp,tebessüm etmek
Aklıma gelmiycek...

21 Mayıs 2013 Salı

Tomris Uyar

Aşk:Mânâsız bir aşk dünyanın en güzel şeyidir, ama sevdiğin için şarkı söylemezsin, şiir yazmazsın, roman yazmazsın. Sorarlar hep, sizin için yazılmış bir şiir var mı? Var. Edip’in var, Turgut’un var, Cemal’in var. Ama bu onların aşkı düşünmelerini gösterir, beni düşünmelerini göstermez. İnsanların aşkı düşünüşleri vardır ve o düşünce bazen bir objeye rastlar. O karşılaşmayla içgüdü olarak başka türlü görünür, ama içeride aşk aynı aşktır. Bu yüzden saçma aşkının da başımın üzerinde yeri var.

Burjuvazi: Türkiye burjuvazisi üreten değil, tüketimi körükleyen bir burjuvazi. Müzik derseniz, akşamüstü bir araya gelip, eğlenip kadın poposu seyrettikleri bir müzik. Şarkılar sevgilisizlik, terkedilme, aşk üzerine, ama aşktan anladıkları da zırva.


Hata: Yaşam hatasızlığa dayalı olamaz. Bazen hatalar büyük keyifler bırakabilir. İnsan Hakları Bildirgesi’ne girmesi gereken bir madde bu. İnsan saçmalayabilmeli, hata yapmalı. Yapılmazsa da hayat bir şeye benzemez. Hele ilişkilerde.


Lâzım: Önce neşe lâzım, bir de iyi dans etmeniz lâzım.

Şiir: Şiir tamamen matematiktir. Turgut Uyar da öyle derdi. O da matematik çok severdi. Matematik çok yanlış öğretiliyor insanlara. “İki kere iki dört eder”i ezberleyerek başlarsınız. Niye dört ettiği üzerine düşünülmez, öğretilmez. Sanatsal iyi bir şey yapıyorsanız, içinde matematiğe benzer bir kurgu olması gerekir.





19 Mayıs 2013 Pazar

Az eşya,az insan ve çay...


                               Sevmek çaydır,kavuşmak şeker.
                               -"Kaç şeker"? diye sormasan!


11 Mayıs 2013 Cumartesi

Sonunda..

Fotoğraftaki matador Alvora Munera kariyerine son vermeden önceki son karesi.

Öyle ki; yarışın son mücadelesinde gücünü yitiren Alvora yıkılır. Boğanın ona yaklaştığını görünce korkulu sonun yaklaştığını hissetti. Lakin boğa ona hiç bir şey yapmadı. Yarıştan sonra matador açıklamasında şöyle diyor: “Boğa gözümün içine bakarak bağırdı, böyle sadece bağırdı. Sırtına oklar batırdığım hayvan bana zarar vermedi, istese beni orada öldürebilirdi fakat sadece gözlerime bakıp bağırdı. Her hayvanda olduğu gibi onun gözlerinde de masumluk vardı. Yüreğimde adaletin hıçkırarak ağladığını işittim. Belki de bağışlanırdım, lakin itiraf edemedim.

”Kendimi dünyanın en vahşi mahluğu gibi hissediyordum.”

6 Mayıs 2013 Pazartesi


Yağmur günü….

€ski bir plak çalsa en cızırtılı olanından.

Bilindik tüm kafiyeleri unutsam.Hizaya getirilmiş tüm kelimeleri…

Basma etekli kadınlar kalsa,kapı eşiklerinde dilleşen.

Toprak yüzlü adamlar.
 birde,
Samimiyet erezyon bölgesinden uzaklaşsa,can kayıpları olmasa.

VE

BEN!

Bir bebeğin ilk sözcüğü duruluğunda,

Yağmur olsam!

Sadece sana yağsam.

Bu ölmezden gelişler son bulsa.

casswa

2 Mayıs 2013 Perşembe

Kırılış


yağmurun saklandığı yerde bırakmıştım en son
kahve telvelerinden kader kısmet kılıklı umutları.
—her an ölebilirsin— dedi doktor
karalama defterine ölümü yazdı
birkaç acı düşürücü.


gözkapaklarını sardığın yaralarımdan önce
usul kırmızı süzüldü beyazdan
ölümsüz biten yolculuklar yaşadım
sahte böcekleri ağustosun
ağır gelmedi ben’liğim kadar.


gidiş tarihimin rötarından sorumlu bahar
bir buğday atası gibi yorulduk
değirilenler adına değirmene karşı
anlamadılar.
aşı tatilinde bir orman
rüyaya düşüyordu ağaçlarına konan kuşlar.


aşk bu;
okurken başta
yaşarken sonda vurgusu.
bir hayatı raylarına oturtacaksın daha
yolumuzun
sonu.
Özge DİRİK
GERÇEĞİN
YAKINLIĞINI,
MÂNÂNIN UZAKLIĞINDA
BOĞAN HAYAT.
SENİ
GİDEN YENDİDE,
KALANMI KAYBETTİ
BİLEMEDİM
CASSWA

26 Nisan 2013 Cuma

Füruğ Ferruhzad'babasına yazdığı bir mektuptan.


“Gecem gündüzüm hiç kimsenin şimdiye kadar söylemediği yeni ve güzel bir şiir söylemenin düşüncesiyle geçiyor. 
Kendimle baş başa kalamadığım ve şiir düşünmediğim gün, bana boşu boşuna geçen bir günmüş gibi geliyor. Belki şiir beni mutlu edemez gibi görünüyor olabilir ama ben mutluluğu başka bir şekilde algılıyorum.
Benim için mutluluk güzel elbiseler, iyi yaşam ya da güzel yemekler değil,  ben ruhen huzurlu olduğumda mutlu oluyorum ve şiir ruhumu huzurlu kılıyor.
Eğer, insanı hırslandıran güzel şeylerin hepsini bana verip şiir söyleme kudretini benden alırlarsa; kendimi öldürürüm. 

Siz bana bir zaman izin verin, bırakın diğerlerinin gözünde mutsuz ve derbeder olayım; göreceksiniz, asla hayatımdan sızlanmayacağım.”

20 Nisan 2013 Cumartesi


Ne çıkar bahar geldiyse? 
Bademler çiçek açtıysa? 
Ucunda ölüm yok ya. 
Hoş, olsa da korkacak mıyım zaten 
Güneşle gelecek ölümden 
Ben ki her nisan bir yaş daha genç, 
Her bahar biraz daha aşığım; 
Korkar mıyım? 
Ah, dostum, derdim başka…

Orhan Veli Kanık

Şairin,"Yüzünde bir kuş sütü eksikti,o da tamam."dediği..


Hasan Ali Topbaş/Harfler ve notlar


“Hayattan aldığımız her zevki muadil bir ıstırapla ödediğimizi bildiğim için, hiçbir şeyden yüzde yüz saadet ümit etmiyor ve yüzde yüz felaketten korkmuyordum. Bunun ikisi de imkansızdır. Çünkü ruhi varlığımız hazla kederin muvazenesine istinat eder, işte en büyük adalet ve müsavat! İnsan, çektiği ıstırap nispetinde zevk duyar: Ne kadar acıkırsa yemekten, ne kadar yorulursa dinlenmekten, ne kadar ararsa bulmaktan o derece zevk alır.”

Peyami Safa

1 Nisan 2013 Pazartesi

Minder üstü sohbetlerimiz vardı,business clas soba kenarı.


Ne Güzel Cahildik . . .
Televizyon yoktu. Gazete de her zaman olmazdı.
Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç!
Dışarıda kar...
Ama kuzine içten içe öyle yanıyor ki.
Kuzinenin üzerinde demir maşa...
Maşanın üzerinde de ekmek dilimleri.
Aydınlık bir kış sabahı ve kızarmış ekmek kokusu...
Sucuk lükstü. Yumurta lezzetli.
Ekmek her zaman ekmek gibi...
Bir kez olsun kümesten yumurta almamış,
bir kez olsun o kızarmış ekmeğin kokusunu duymamış ve fakat alışveriş
merkezlerinin restoran katlarında boğucu bir gürültü ve havasızlık
içinde hamburger keyfine fit olmuş çocuklar ve gençler için ben ne kadar yaşlıyım...
Dışarıda kar...
İçeride kanaat...
İçeride huzur...
Televizyon yoktu. Gazete de her zaman olmazdı.
Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç!
Portakal kabuklarını sobanın üzerine dizer,
kokusuna râm olurduk.
Kestane közlemek büsbütün bir gecenin akıllara seza mutluluğuydu.
Sonra illa ki, büyüklerin anlattığı hikâyeler, hatıralar...
Birçoğu arızalı ve tedaviye muhtaç beyinlerden çıkma
dizilerin ve filmlerin açtığı hasarlar yerine,
geniş ve besleyici bir masal dünyası...
Lezzet bir tarafa, kokuya da hasret
kalacağımız kimin aklına gelirdi?
Ekmeklerimiz el değerek üretilirdi,
sağlıklıydı, lezzetliydi ve mis gibi kokardı.
Çay da kokardı... Domates de...
Bütün bu nefasete, küçücük bir bakkal dükkânının zenginliği yetiyordu.
Dışarıda kar...
İçeride huzur...
Zam endişesi, doğal gazın kesilme korkusu,
yolda kalma telaşı, rejim tehlikesi...
Kimin umurunda...
Ne güzel cahildik.

Her..